oturma odası.

11 Nisan 2015 Cumartesi

bir garip dut ağacı hikayesi

cansever ölmüştü ve takılmıştım ben o âna
anlardı elbet beni yeni doğum yapan bir ana

hiç kuşku yok ki hazin bir ölüm girdabına dahiliz
unutulmasın, umulmadık bir diş ağrısıyız, çaresiz

çürümüş cesedimle baş başayım
-dosdoğru bir yalnızlık bendeki-
sade bir ayrıntı var:
senden önce faili meçhul idim
senden sonra katilim belli

varlığını özlemek ritüelleri - şiire meyleder kalemi
maşallah müzelik bir kalbin var ve benim göğsümde
okuma yazma bilmeyen seksen yedilik bir baba'nne


-karmaşık hatıralarım var, hatırlandıkça darmaduman-


geceye açılan kapılar hangi devirden geçer
hangi devrin gözyaşları bu -tereddütsüz terapi-
ki ağlamak en makul dışavurumudur susamayışın
bu yüzden geceler vardır ve bu yüzden
ağlar bir baykuş çok sevdiği dut ağacının bağrında
-bir baykuşun gözyaşı her daim efsunludur, maviye çalar-

ağlar bir baykuş ve beklenmedik zamanlarda ölür serçeler
baykuş bilhassa karanlığı seçer ağlamakçin
serçe bilhassa gökyüzünü seçer ölmekçin

ve cefa...
ağlayan baykuşun gözyaşları yeşertir dut ağacını

sonra bir nisan sabahı bakarsın ki
ortada ne gözyaşı var ne baykuş
dalları sevda yeşili bir dut ağacı
yalnız..




eylül, ikibinon4

31 Ekim 2014 Cuma

v e f - a h




Babil’in asma bahçelerinde asılı bir baş
boynunda mor bir ölümün izleri –bakışları uçsuz
varlığından mahcup bir idam sehpasının hüznü var gölgelerde

bir kuyu var, faniyim ve o kuyunun en dibindeyim
-içinde soğuk öksürükler, bitkin hıçkırıklar-
bir kuyu var, karanlığım, kabirdeyim;
beni ancak Yusuf anlar

vefalıysa eğer bir toprak, çiftçisine sahip çıkar
vefalıysa eğer bir ümmet, peygamberine sahip çıkar
vefalıysa eğer bir baba, evladına sahip çıkar
vefalıysa eğer bir aşık
                                   -işte burası derin bir boşluk
                                    sonsuz bir muamma- 
vefalıysa eğer bir aşık
aşkına mı sahip çıkar
aşık olduğuna mı?

hayal:
belki bir dut ağacının altında kesişir bakışlarımız
-ki en makul muhtıradır bu çaresizliğime-

Babil’in asma bahçelerinde doğdu kör bir kırlangıç
dağlara çarpıp geri dönen bir yel yalnızlığı var
-ki muhakkak hakikat bu-
bir deniz düşün, sırılsıklam olmuş dalgalardan
beni ancak yağmur kurtarır

beni ancak o yağmuru yağdıran kurtarır


eylül, 2014
batuhan durak

9 Eylül 2014 Salı

sev ki allah oraletsiz bırakmasın



geçtiğin her sokağı belle, en derinden şakaklarının
kendinden kaçarsan gönül uçsuz bucaksız araftadır
ve kalbin kayıp bir kayıksa en lacivert okyanusta
fazla uzaklara adanma! yolun
bir çocuğun tok karnına ağlamasında son bulur



– eğer göremiyorsan, perden çok karanlıksa
bence işe önce kornişi söküp atmaktan başla


geçtiğin her sokağı belle, en derinden şakaklarının
elbet sende de bulunmayı bekleyen bir cennet vardır
duvarlar durdurmasın seni –duvarlar beşeridir
elbet o surları yerle bir edecek bir top vardır


  –temiz hava vardır, ferahlatır
sigara dumanı vardır, rahatlatır
 

geçtiğin her sokağı belle, en derinden şakaklarının
bir sevda ki bak bilmem kaçıncı sene-i devriyesinde
ama hâlâ züleyha’nın dilinde yusuf’u anlatacak
bir sözcük yoktur!
bu nedenledir lafımız boştur


–velhasıl hasret vardır! hasret vardır!
                         haşyet vardır!
                     

geçtiğin her sokağı belle, en derinden şakaklarının
her güzel şiirin sonu bir sigara yakmayı gerektirir

yazık! her yanımız melekken biz garipler şeytanı seçmişiz
sevmek güzel şeydir, şiddetle tavsiye ederiz
yazık! biz garipler sevmeyi nereden biliriz
ama herkes bir yerden başlarmış sevmeye
kimi kavminden kimi anadan kimi allah’tan
işte o vakit geldiğinde, başladığımızda sevmeye
sahiden dünyadaki her şeyin birden
değersizleşiverdiği o vakit geldiğinde
kaybolduğun efsunlaştığın çıldırdığın
o vakit geldiğinde
dünya başka başka hallere büründüğünde
sahiden sevmek gönlünde nüksettiğinde
bir daha asla kurtulamazmışsın ondan -
bağımlılık yaparmış


eylül.
2014.

30 Temmuz 2014 Çarşamba

müfit abazan'ın hikayeleri. 4. dört!

birinci bölüm için: müfit abazan. n.
ikinci bölüm için: müfit abazan. e.
üçüncü bölüm için: müfit abazan. c.


*

"tarih koca bir yalandan ibarettir."

*

"müfit ben geldim.
Yine.
S
eni bir yere götüreceğim."
dedi o meçhul ses. 



Ben o sırada puding tenceresini sıyırmakla meşguldüm. Kafamı kaldırmadan göz ucuyla aynadan arkama baktım. Yine o. Soktuğumun işsizi. Utanmaz adam. Cafcaflı entarili sünnetsiz kafir. papa 8. gregorius! Sen git milleti aforoz et.. sonra affet.. cennetten arsa sat.. almira rent a car’dan araba kirala.. kutsal şarabı hüplet.. sarhoş ol.. sonra gel müfit abazan’la uğraş. Olacak şey mi bu götten bacaklı papa.

"a
ğbi.. yine mi sen allaşkına?"
"allah'ı karıştırma müfit. Biliyorsun ben emekli papayım."
"ağbi allahını seversen siktir git."
"allah'ı karıştırma müfit. Biliyorsun işte anasını satayım, ben emekli papayım."
"a be papa amcam, canım amcam, gözüm amcam.. senin yüzünden uyuyamaz oldum be. İçtiğim suyu işeyemez oldum. Nereye gitsem orada bitiyorsun ya. Gusül alamıyorum. Daha da beteri gusül almayı gerektirecek şeyi de yapamıyorum. Haydi git ağbi. Haydi n'olursun. Haydi dostça ayrılalım."

Elimi uzattım, sıkmadı.


"insan kendi yarattığı birini öldürebilir mi müfit?"

Ve derin sessizlik. Düşündüren bir sessizlik. Ve benim dillere destan nutuğum:


"Ey efendi! Ey koca götlü papa gregorius! Ey insanlığın yüz karası! Ey şarap fıçısına kaçan at sineği! Ey Haçlı seferlerinin en becereksiz kumandanı! Ey kendi evinde 8 haftadır galibiyete hasret takımın teknik direktörü!
Ey  çükünü kaşıyarak aforoz kasan crazy ecnebi! Affet lan beni. Kırdım seni. Affet."

"taşak geçme müfit, haydi işimizi halledelim. Daha gidip müzeyyen'le buluşacağım."
"vaaaay reyis, daha dün geldin yirmi birinci yüzyıla hemen manita yollarına düşmüşsün. Karaköy hatunu mu bu?"
"dalga geçme müfit, ciddi düşünüyoruz biz."
"tamam papacım, tamam. Hem ben sana bir şey sormak istiyorum. Şu yeni seçilen meslektaşın hakkında. Hani Arjantinli olan.""eee n'olmuş ona?"
"ulan o gençliğinde nişanlanmış.. evlenmek yasak değil mi ağbi sizde? Barlarda badigartlık falan yapmış.. yirmi iki yaşında da akciğerini almışlar bunun. Bu kesin sikmiştir birilerini ha. O nasıl papa olacak söylesene gregoriusum benim."

"onu nasıl seçtikleri daha kaydadeğer bir soru müfit."
"laga luga yapma şimdi, laga luga yapma, sizin de neler yaptığınızı biliyoruz yani."
"neyse, karıştırma şimdi oraları."

(papa 8. gregorius'un ne boklar yediğini merak edenler için üçüncü bölümün linki: üfürükçü papa 8. gregorius, haçlı seferlerini bok etti!!! )

"hepiniz taşağı büyük şarapçı pezevenklersiniz, biliyorsun diil mi papacık."
"haydi gidiyoruz müfit, uzatma haydi"
"nereye gidiyoruz yahu yine?"
"senin performans ödevin neydi müfit?"
"mete han hakkında bilgi toplayınız. Bilgilerinizi sunum şeklinde sınıfla paylaşınız." Elime yazmıştım unutmayayım diye, oradan okudum.  
"ne zamana peki bu ödev müfit?"
"ayın on yedisine.” Yine elimden kopya çektim.
"bugün ayın kaçı müfit?” Ahan da işte bu elimde yazmıyor.
Bu yüzden bu soru karşısında epeyce düşündüm. Sonra geleneksel ha siktirimi çektim. Bugün ayın kaçı olduğunu hatırlamıyorum ama bunu sorduğuna göre ve bu adam beni ilgilendiren şeyleri benden iyi bildiğine göre kesin on altısıdır.
"on altısı. On altısı. On altısı amına koyim. On altısı bugün. Ne bok yiyeceğim."
"haydi gidiyoruz, müfit"
"nereye şimdi papa, akşam akşam. Görmüyor musun yapmam gereken bir ödev va.." demeye kalmadan kollarının arasına aldı beni  ve elleriyle gözlerimi kapadı. O vaziyette öylece kalakaldık. Gökyüzüne yükselmedik, bulutlara falan çıkmadık. Yaklaşık iki dakika kazık gibi durduk. Şak diye odaya annem girse durumu açıklayacak hiçbir sik yok ortada. 
"papa, gözünü seveyim bırak beni de…"
"şşş.. sessiz ol müfit!"
"ulan.."
"sessiz oool.."


 ***



"aç gözlerini müfit!"
G
özlerimi öyle sıkı kapamıştım ki göz kapaklarım birbirine yapışmıştı sanki.
"korkuyorum  lan papa!"
"aç gözlerini müfit.. aç hadi!”

Geleneksel ha siktirlerden biri daha. Karşımda pos bıyıklı cengaverler. Çadırlar. Atlar. Hayvan derilerinden ve tüylerinden yapılmış kıyafetler.
"ya papa! Madem beni buralara kadar getirebiliyorsun, söyleseydin mete han’a o gelseydi bize! gerçi o şimdi ortalığı dağıtır falan annem kızar.. neyse.. tamam haydi.. nerede mete han? Onluk sistem falan diyorlardı hani göremiyorum hiçbir şey.. bunların hepsi dağınık."
"mete han yok burada müfit. Biz mete han hakkında bilgiyi mete han’dan değil halkından alacağız. Esas kaynak her zaman toplumdur. Ve o toplumun istinasız bütün bireyleridir. Yönetenler değil, tamam mı. İyi belle bunu."
"yalnız bir şey diyeceğim gregorius.. -gregorius da çok uzun isim ya bir ara sana kısa bir isim bulalım.. Gazanfer mesela- neyse bunu demeyecektim ben. Ne diyecektim ki lan? Hah tamam tamam, ya şimdi biz evden akşam dokuzda çıktık, saat farkından dolayı mı burada gündüz?"
"bilmiyorum müfit arada iki bin iki yüz yıllık bir fark var, belki o yüzdendir."
"biz bu insanlarla bu kıyafetlerle mi konuşacağız papacım, hah, bunu da düşünmüşsündür umarım."
"ya şuradaki avm’den alırız geyik derisi ucuz bir şeyler sen dert etme o kadarını sadece gözlerini kapa."
"kapıyorum ama üzerimdekileri değiştireceksen n'olur donumu çıkardığını fark etmeyeyim. Huylanırım. Bir de çıkardıklarımı katlayıp koy. Anam kızıyor sonra."
"e be çocuk, e be çocuk, kapa şu gözlerini.."
"…"
".."
"."
"aç haydi.."
"pantolonu Türkler bulmuş diyorlar, keşke pantolon giyseydik anasını satayım."
"çünkü daha bulmadılar müfit!"
"tamam papa, tamam, kızma!.."
"al şu kağıt kalemi de gidelim soru soralım mahalle sakinlerine."
"milattan önce iki yüz sularındayız, daha Sümerliler yazıyı bulmamış, kimse de demeyecek o elinizdekiler ne diye, değil mi bay 8. gregorius"
"unuttururuz unuttururuz tüm bunları.. sonra bir şeycikler olmaz, tarihi alt üst etmeden, işimizi halleder gideriz."
"işine gelince şak unuttururuz, işine gelince gözlerini kapa donunu değiştireceğim.. sen ne anasının gözü bir papa çıktın öyle ya."

Neyse efendim.. ağır ağır yaklaşmaya başladık çadırlara.. çekinmiyor da değilim açıkçası. Milattan önce iki yüzde yaşayan biriyle nasıl konuşulur, ne sorulur? Ufaktan bir kararsızlık var yani. Ammaaan.. allaşkına.. elin papasıyla anlaşıyoruz da bunlarla mı anlaşamayacağız yahu? Ona da çekeriz bir ayar! Ne ki canım. 

Saltanat düşkünü sanmayın da buraların efendisi benim amına koyim!


***


konuşma 1:


"merhabalar efendim, size hanınız mete bey hakkında birkaç soru sorabilir miyim?"
"pardon siz kimsiniz"
"bilo ağayım! 18 köy 20 bin camış sahibi apdo ağanın oğlu bilo ağa!"
"ha?"
"şaka efendim şaka, bakmayın siz bana.. oğuzların kayı boyundanız biz anne tarafından, baba tarafı bulgaristan göçmeni.. şey yani idil bulgarları.. belki bilirsiniz.."
"duyduk duyduk, ufak tefek bir boymuşsunuz, bir sike yaradığınız da yokmuş zaten. Göçebe hayat yaşıyorum diye de komşu boyların ağaçlarına dalıyormuşsunuz.. topunuzu deşeriz ayağınızı denk alın koçum"

ya hakikaten ırkçılık yapmak gibi olmasın ama bu Türkler resmen haydut yahu.. Tabii bunu içimden söyledim.. sakata gelmeyelim, sakatat olmayalım.


"sağ olun efendim, size mete han’ın nasıl bir hükümdar olduğunu sormak istiyorum."

"fiziksel anlamda mı duygusal anlamda mı?"
bir an papayla göz göze gelip ufak bir tebessümleşme yaşadık.
"her ikisi de efendim, buyurun"
"ya öncelikle mete, boylu poslu, mavi gözlü, tahminimce 1 80 boylarında filinta gibi bir hükümdardır. İncecikten bıyıklarıyla da genç kızların sevgilisidir. Hatta kendisi çin seferinden döndükten sonra da bir albüm çıkaracak allah’ın izniyle"

İslamiyet öncesi türk tarihi. METE HAN. Milattan önce. "ALLAH'IN İZNİYLE" DEDİ ADAM. Hikayede boşluklar var. Gözden geçirmelisiniz. Siktir lan oradan!

"ayrıca kendisi çok duygusal bir adamdır. Savaş meydanlarında yetişmesine karşın kan görmeye dayanamaz. O kadar hassastır. Çok meşhur koşmaları vardır. Anonim derler ama aslında hepsini mete bey bizzat kaleme almıştır. Bakın efendim, bunu sunay akın bile bilmez, ilk kez bu röportajda belirtiyorum bu bilgiyi."
"papa bırak ya sallıyor bu sallıyor. Gel başkasına soralım."
"vakit ayırdığınız için sağ olun.. sağ olun.."



konuşma 2:


"affedersiniz, birkaç soru sorabilir miyim.."
"yalnız çabuk olursanız ocakta yemeğim var da.."
"hiç vaktinizi almayacağım sizden mete han’ın tahta çıkma hususuyla ilgili bilgi almak istiyorum.."
"ne gibi bilgiler?"
"yani mete bey’in babası tarafından aslında tahta layık görülmediği.. onun yerine üvey oğlunu tahta çıkarmak istediği.. bu yüzden mete bey’i çinlilere esir olarak verdiği.. fakat mete bey’in tek başına çinlilerin elinden kurtulup daha sonra da gelip babasından tahtı devraldığı söyleniyor.. bu doğru mu efendim?"

"KÜLLİYEN YALAN! YALAN EFENDİM!.. doğrusu şudur: çinlilere değil yuezhilere esir veriyor teoman, mete'yi."
"öyle mi efendim?"
"öyle öyle.. mete çok çekti babasından.. babası da hep üvey annesinin gazına geldi.. ben her zaman diyorum yabancılardan gelin melin prenses falan almayalım, burada gül gibi türk kadınları var"
(bu arada memelerini düzeltiyormuş gibi yaparak bize iş atıyor kadın)
"peki kurultay’ın bu konuda bir karar alma olasılığı var mı sizce?"
"yok anam yok, biz daha bu prenseslerden çoook çekeriz. Bizim erkeklerin çükü ancak çinli hatunlara kalkıyor zaten."
"peki efendim teşekkürler."


konuşma 3:

"beyefendi, bir bakar mısınız, birkaç soru sorabilir miyim efendim?"
"tabii siz de oscar adayı bir artistle röportaj yapmak istiyorsunuz.. fakat öyle herkese röportaj vermiyorum ben. siz bbc’den misiniz?"
"yok, yeni akit’teniz biz. Orospu çocuğu. Yürü gidelim papa ya, millet kafayı yemiş."



konuşma 4:


"amcacım bir şey soracağım müsaade var mı?"
"ilerden sola dön, yüz metre sonra sağında kalacak.."
"yok amcacım yok.. yol sormayacağım.. onluk sistemi soracağım.. nasıl sizce?"
"onluk sistem mi? Hiyerarşik yapının zirvesi koçum ne diyeyim yani.."
"onbaşı erleri sikiyor, yüzbaşı onbaşıyı sikiyor, binbaşı yüzbaşını sikiyor, sonra mete alayını sikiyor."
"mete han mı kurdu bu yapıyı amcacım?"
"ya aslında iskitlerden çalıntı diyenler var ama biz mete buldu diye bildik, öyle anlatıyoruz.."
"iskitlerin de payı olabilir diyorsunuz yani."
"ya kesin iskitler buldu da tarih işte birkaç yalan sıkıştırmak lazım."
"peki sağ olun amcacım, teşekkür ediyorum.."



***




"hepsini. Bütün saçmalıkları. Harfi harfine not aldım papacığım. Haydi gidelim, yolumuz uzun."

"kapa gözlerini müfit.."

Gözlerimi açtığımda mavi pijamamla yatağımdaydım. Masanın üstünde bir dosya ve içinde bir not vardı.

"günaydın müfit! En son gözlerini kapa dediğimde uyuyakalmıştın. Kıyamadım uyandırmaya. Ödevini de temize çektim, buraya bırakıyorum, yarın  teacher-porn kategorisinin aranan yıldızı olan o öğretmenin yüzüne çarparsın bunu. Ben müzeyyen'leyim. Kib. By."

"sana da günaydın papa 8. gregorius, sana da günaydın dinlerin kardeşiliği! tamam tamam.. sana da günaydın sosyal mesaj verme içgüdüsü!"






otuz.sıfır7.ikibin14

batuhan durak.




13 Temmuz 2014 Pazar

nur topu gibi bir yalnızlık.


süheyla hanım ile necla hanım arasında olmayan farklar,

*


gece ne tuhaf değil mi süheyla hanım
nasıl da gizliyor şu biçare yalnızlığımızı
yalnızlığımı demiyorum, tanrı değilim ben
bu, gökyüzünün sahip çıktığı bir yalnızlık
bu, bütün ilahi dinlerde insana bahşedilmiş bir yalnızlık
bu, kuşların göç vakti geride bıraktığı bir yalnızlık
bu, bizim yalnızlığımız

-tebrikler bize süheyla hanım! nur topu gibi bir yalnızlığımız oldu

gece ne tuhaf değil mi süheyla hanım
titreyen ellerime dokunmaz hiç başka el
gece, süheyla hanım, bulutları bile saklayan
şu biteviye karanlık şey, şu dertli haykırış
nasıl oluyor da bir anda salıveriyor yıldızları göklere

-var olasın gece!
biteviye kelimesini ilk kez cümle içinde kullanabildim senin sayende


gece ne tuhaf değil mi süheyla hanım
ayrıca sizi sevmem.. düşünüyorum da
fazlaca gayriihtiyari ve olabildiğince arabesk
ve biz, süheyla hanım
yalnız sizle beni kastetmiyorum –tüm insanevladı–
     biz, fevkalede bahtsız organizmalarız
içtiğimiz sigaranın, kokladığımız menekşenin
sevdiğimiz insanların dahi hesabını veremezken
iki nefes ardımızda cennet bırakmışız

-yaşasın döllenmemiş ruhların gökyüzünde gezinen gölgeleri!

gece ne tuhaf değil mi süheyla hanım
bizden sakladığı bir ölüm var, kandırılmışlık var
yalan var, imtihan var, acı var, yıkılmışlık var

sizi sevmek bu hayatı yaşanılır kılmaz, süheyla hanım
ucunda mütemadiyen kaybetmek var

üzgünüm süheyla hanım,
bilmediğim yollara saptım ve o bilmediğim yollarda
çakallık yapacağım diye kestirme arayıp durdum
viraj çok keskindi –size vuruldum
kan yoktu fakat ip sağlamdı –boğuldum


gece ne tuhaf değil mi süheyla hanım
şuracıkta ölseniz kimsenin ruhu duymaz
bu işte kesin şeytanın bir parmağı var!
komiserler uyumuş, devlet uyumuş, deniz uyumuş
uyumayan bir tek aşıklar var!

neyse
sabah ezanı okunuyor
gördüğünüz gibi süheyla hanım, durum vahim
küme düşmüşüz çoktan, bunu Allah da biliyor
necla hanım da biliyor!



7temmuz201dört.
sıfıriki.elli1.

batuhan durak.

16 Haziran 2014 Pazartesi

kırmızı pabuçlu kaplumbağa. bir.

kaplumbağalar ikiye ayrılır:
kırmızı pabucu olanlar
kırmızı pabucu olmayanlar


bir kaplumbağa evini terk etti
terk etti bir kaplumbağa evini

daha önce bu mahiyette bir ayrılık görülmedi
karlı kırlarda kırlangıçların kalbi kırıldı
allahım. ne iflah olmaz insanlarız biz. ne ayıp bir şey bu
yok mu bu işin bir hâl çaresi
yok mu aşık veysel

bakın:
haykıra haykıra özlüyoruz, ıkına  ıkına ölüyoruz!
ki nasreddin hoca da asırlar evvel ölmüştü
o zamandan beridir yetimdik. hoşgörüden yoksunduk
evet, biliyorum, biz iflah olmaz insanlarız ve sahiden ayıp bir şey bu
kendimizi nasıl da kaptırmışız gündelik hayatın ikiyüzlülüğüne
iki dakikamızı bile ayırmamışız bir karıncayı izlemeye
nasıl da imrenilesi canlılar halbuki, farkına varamamışız


kaybetmişiz. ki kaybetmek bizde artık refleks haline gelmiş
mecalimiz kalmamış üzülmekten ve düzülmekten
haklarımız itinayla elimizden alınmış
devlet denen anayasal bir terör örgütü tarafından

çünkü politik bilimlerde katli vacip görülmüş
halk

biliyor musunuz
bugün bir kaplumbağa evini terk etti
-yıllardır sırtında taşıdığı evini-
bir mezarlıkta gördüm kendisini
ağır aksaktı.  gözleri kızarmıştı ağlamaktan
yalnızdı. feryat figan ediyordu ah’lamaktan
sormadım bir şey
çünkü bazı şeyleri sormak bin defa deşmektir acısını

işte o kaplumbağa
evini terk etti
ve dünyadaki hiçbir canlı türünün bu olaydan haberi olmadı.



on6.sıfır6.ikibin14

batuhan durak.

27 Mart 2014 Perşembe

neclalı şiyirler. on-bir.

anlat bana necla hanım!
kalelerde yaşayan kederli kedileri
anlat!
o kederli kedilerin neler yaşadıklarını, neler yaşayamadıklarını
o kederli kedilerin düşlerini
o kederli kedilerin camilerini, kiliselerini, sinagoglarını
o kederli kedilerin dinlerini ve devlet işlerini
o kederli kedilerin açlığını ve
o kederli kedilerin açlığını kaldırım yaparak
gidermeye çalışan yöneticilerini

anlat bana necla hanım, anlat ki bileyim
ölümün siyasetten daha önemli olduğunu!
anlat ki sussun artık televizyonlar
anlat işte necla hanım
nasıl tutar bu adamların tutarsızlıkları bu kadar!

kalelerde yaşayan kederli kediler, necla hanım
kalelerde yaşayan kederli kediler ah ederler
bir bıçak saplanır kalplerine ya da
bir gaz kapsülü beyinlerinde patlar!
ve necla hanım,
bu zamanlarda ölmek reytingleri tavan yapar!

anlat necla hanım, anlat!
ilk edebi romanımızdır intibah
ve ilk ebedi hatamızdır intihar

anlat necla hanım, daha zaman dolmamışken
ağaçlar inadına yeşerirken
rabbim henüz insana küsmemişken
anlat necla hanım, başta dedeme sonra diğer dedeme
anlat!

haykırıyorlar meydanlarda necla hanım:
devletimizin başı sağ olsun, diyorlar
haykıracaklar meydanlarda necla hanım
haykıracaklar
ta ki tek başlarına sağ kalana kadar!

anlat necla hanım,
rabbim bize küsmemişken henüz,
anlat!

zira
başka
peygamber
kalmadı
göklerde



batuhan durak. yirmiyedi.03.ikibin14

1 Şubat 2014 Cumartesi

neclalı şiyirler. on.

,
bulutları tuttum, necla hanım. yetmedi
ellerinizi, bileklerinizi
ve siz gözlerinizi yumdunuz, necla hanım:
düşlerimi bozdunuz. size aşk olsun necla hanım!


,
üzgünüm, necla hanım:
sizi haddimden fazla sevdim.
yalanlarınıza inandım. çünkü yalanlarınıza ihtiyacım vardı.
yazmaya çalıştım. çünkü yazmazsam karıncaların ah'ı kalırdı.
arşâ çıktım, necla hanım
çıktığım gibi de tepe taklak aşağı yuvarlandım!


,
kaybettim, nacla hanım.

kaybetmeyi alışkanlık edindim
yandım, necla hanım, kavruldum
sonra soğuktan buz tuttum
yapraklarım döküldü, ilkbahara hasret kaldım.
öldüm, necla hanım.
öldüm
ve diril diril bir hal oldum!


,
bulutları tuttum, necla hanım. yetmedi
güneşi buzdolabına tıkadım
jüpiter'le mars'ın arasını bile yaptım 




üzgünüm-neclahanım.
affedin-neclahanım. sevdim-neclahanım.

-hatta-ananemle-böğürtlen-bile-topladım!




bd.
bir-ki-2014.

17 Ocak 2014 Cuma

müfit abazan'ın hikayeleri. 3!

birinci bölüm için: http://ikilahmacunbirsiir.blogspot.com/2013/04/mufit-abazann-hikayeleri-1.html

ikinci bölüm için: http://ikilahmacunbirsiir.blogspot.com/2013/05/mufit-abazann-hikayeleri-2.html


* * * 



"Uyanmak başlı başına bir komedidir."

* * *

"Müfit, haydi uyan artık! Müfiiiiğğiit! Kime diyorum oğlum! Haydi. Kalk."

Otuz altı yıl sonra:
"Müfit! Geç kalacaksın bak."

Dördüncü dünya savaşının sonlarına doğru:
"Müfit, bir daha söylemeyeceğim. Bak oklavayla döverim seni. Tamam mı, evladım?"

Dokuz asır önce:
"Uyansana be gevurun tohumu! Uyan be uyan, kancığın doğurttuğu!"

Ve uyandım. Başarılı bir şekilde. Ellerimle gözlerimi avuştururken pencereyi açtım, derin bir nefes aldım, bulutlara selam verdim, anneme iletmek üzre bulutlardan güzel temenni cümleleri aldım, o cümleleri ceplerime doldurdum, soğuktan titredim ve işemeye gittim. Ki ben zaten bir necla'dan vazgeçemiyorum bir de işemekten. Acı veren bir haldeyim.

"Anne, günaydın! Bak şu senin bulut sana selam yolladı. Bir de şu karanfili tutuşturdu elime." dedim anneme vazonun içinde kalan son çiçeği de kaşla göz arasında alıverirken. Annem yine heyecanlandı. Yine tebessümlendi. Galiba annemle bizim bu bulut amcayı, tez vakte, baş göz edeceğim. Haydi hayırlısı.

Bu sinsice planlarımı temellendirirken kafamda odama döndüm. Pijama-önlük nöbet değişimini yapmak için. Önlüğümü giymeye çalışırken aynadan arkamda -sahiden- şaşılacak bir şey olduğunu gördüm. Şaşılacak bir şey olunca tabii, ben de kaçırmadım bu fırsatı: hayvanca şaşırdım. Ağzımdan belli belirsiz "annınısikim" gibi bir kelime dökülüverdi. Papa kılığına bürünmüş bir herif, bir dede, bir muhterem yatağımı topluyordu. İnanabiliyor musun Nurten Teyze? Kutsal ruh bizi korusun Nurten Teyze. Bu herif kimin nesiydi? Hayal miydi? Halüsinasyon muydu? Rüya mıydı? Delirmiş miydim, Nurten Teyze? Çarpılmış mıydım? Allah belamı mı vermişti? Bu nasıl bir imtihandı?


Olacak şey değil yahu. Papa kılığına girmiş bir amın düdüğü benim yatağımı topluyor. Ulan papa efendi, demezler mi adama, "gardaş sen kimsin yav?" Hiç kimse demese de en azından sırrı süreyya der be.  


Gelgelelim her şeye rağmen önlüğümü giymeye devam etmeliydim. Görevime sadık bir öğrenciydim. Hem belki ses etmezsem bakınır bakınır giderdi, zaten çalınacak bir şey de yoktu.

Ben bunları düşünürken "Günaydın, Müfit." dedi kendileri ihtiyatlı bir ses tonuyla.
"Pardon, kime bakmıştınız amcacığım?" deyiverdim. Biraz önce işememiş olsaydım şu an kesinlikle altıma işerdim diye düşündüm. Gevelemeye başladım:
"Danışma alt katta isterseniz orda bekleyin. Bir de şey.. elleriniz temiz değil mi? Bu konuda çok hassasımdır da. Bir de.. sakal sizi biraz yaşlı göstermiş. Bir de.. isminiz?"
Beni anladığını umarak söyledim bunları. Efendiliğimden taviz vermeden.
"Papa 8. Gregorius, ben. Haçlı seferi yapıyordum, bir çayınızı içeyim dedim."
"Diğer yedi papa da gelecek mi ona göre anneme söyleyeyim, fazla demlesin çayı?"
"Yok. Onlar yandı. Küllerini nehre attık."
"Niye yaktınız ayıp değil mi?"

Mavi önlüğümün içinde kendimi bok rengi palto giymiş dedektifler gibi hissediyordum. Şaşkınlığımı üzerimden atmıştım. Adamın karşısında dik durmaya, dediği dedik olmaya çalışıyordum. 

"Çünkü öldüler. Biz de onları yaktık ve küllerini tanrı’ya gönderdik."
"Affedersin papa ağbi ama ben tanrı olsam hepinizin amına koyarım."
Ve sessizlik. Bizim papa son söylediğime biraz alındı galiba. Gerçi ben de ne söylediğimi kafamda pek tartmadım ama sakalından utansın, trip atmasın bana.

"Neyse ölmüş papanın arkasından konuşmak olmaz şimdi. Sen anlat niye geldin buralara."
"Kaçtım be Müfit. Katolik halktan kaçtım. Sonra bir baktım buradayım."
"Niye kaçtın? Sevdiğin kız Ortodoks mu çıktı?"
Şu an bir pipom eksik. Not al bunu Nurten Teyze.
"En başından mı anlatayım?"

Saate baktım. 7 kırk iki. Ders 8 buçukta başladığına göre..
"Anlat be papalık!"

"Ya bir gün Vatikan’da oturuyoruz bizim çocuklarla. Canımız sıkıldı. İncil’e birkaç ayet falan ekledik işte. Sonra yine canımız sıkıldı. Bizim bir Honorius var, mahalleden, haçlı seferi yapalım dedi. Demez olaydı. Tanrı onun belasını versin. Kör kuyularda kaybolsun, kuşu bir daha ötmesin inşallah."
"Bela okuma sana döner." diye araya girdim.
"Tamam tamam.. Ben de işte Honorius’a kandım, topladım orduları. İngilizinden, Fransızına.. Almanından, Venediklisine.. Hepsine türlü türlü vaatlerde bulundum."
"Onların arası bozuk değil mi ya?"
"Bozuk be oğlum bozuk. Ben olmasam birbirlerini sikecekler."
"Eee sonra ne yaptınız? Çıktınız mı sefere?"
"Çıktık çıktık.. Çıkmaz olaydık. Benim hesaplarıma göre Kudüs’ü alıp geri gelecektik."
"Aldınız zaten Kudüs’ü. Problem ne?"
"Kudüs’ü aldık almasına ama bizim gavatlar kağıt, pusula, matbaa falan getirdiler yanlarında. Sonra bir baktık, millet İncil’i kendi diline çevirmeye başladı. Okur yazar oranı falan fıstık muhallebi derken bu piçler bizim kiliseyi sorgulamaya başladılar. Ulan siz kimsiniz? Bir matbaayı gördünüz diye kendinizi bir bok mu sandınız, kancıklar."
"Ağbi bağırma annem duyacak."
"Affedersin Müfit, sinirlerim bozuldu."
"Önemli değil ağbi. Şimdi, siz onlara baskı uygularken onlar size baskı uygulamaya başladı diye sen de kaçıp buralara mı geldin?"
"Evet. Aynen öyle oldu."
"Bak ağbi, ben  seni burada misafir edebilirim ama bir yere kadar. Sen diyorsan ki ben artık İstanbul’da yaşayacağım, git siyasete falan atıl. Orada tutar sizin bu işler. Ya da gel Müslüman ol. Gerçi bizde de Müslüman Müslüman'ın amına koyuyor ama sen yine de bir dene.



"
Müfiiiiit," diye yine inledi annem mutfaktan.

"Bak ağbi, dediğim gibi, düşün taşın, ona göre karar ver. Tanrı seni zalimlerin elinden korusun. Bir daha da öyle gavatlıklar yapma. Haydi Allah'a emanet ol."
"TAMAM ANNE GELİYORUUUM…"




batuhan durak.
on7.sıfır1.2014


bu hikayemsi şeydeki kişi ve kurumların gerçek kişi ve kurumlarla bir ilgisi yoktsdfghfdhgjgfhjk siktir ya.

14 Aralık 2013 Cumartesi

aşık ol ve aşık öl

 öldüğümde çok gençti gençliğim

ne kadar acı varsa tadılmamış
ne kadar şiir varsa yazılmamış
ne kadar gözyaşı varsa sinirden akamamış
ne kadar peygamber gönderilmişse dünyaya

hiçbiri tarif edemez nasıl gittiğini
hiçbiri tarif edemez gittiğin cuma gecesini


 öldüğümde çok gençti gençliğim

sen gidince mahallenin bütün kedileri
şehri terk etti!
oysa ben ne vakit hapşıran bir kedi görsem
“çok yaşa” demeden geçmez idim


 öldüğümde çok gençti gençliğim

ki dedemin babası derdi de inanmaz idim:
“evlat,
insan dediğin eşrefi mahlukat
her şeyden evvel senede iki üç defa ölmeli” diye
hayat ancak öyle anlaşılırmış
hayata ancak öyle alışılırmış



 öldüğümde çok gençti gençliğim

ve gidişin bana çok şey öğretti:
saatler bozulsa da zaman durmuyormuş mesela
gülümseyişlerin sahteymiş
aşk diye bir şey gerçekten varmış
ve sen asla buna değer biri değilmişsin
ayrıca karadeniz’de dağlar denize paralelmiş



ondört.12.2018eksi5.